Yükümlülüğünü milletimizin yediden yetmişe her yaştan, her cinsten, her ırktan, her katmandan, her statüden fertlerinin üstlendiği “Milli Mücadele” bir var olma savaşı olarak cereyan etmiştir. Milletin bağrından çıkmış vekilleri eliyle yürütmesi amacıyla kurulan ve kazandığı mücadelesinin ardından milletin hâkimiyetini esas alarak devletleşen milli iradenin tecessüm etmiş hali olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 94. yılına ulaşmış bulunuyoruz.
Dünya Savaşı’nın ardından, dünya Müslümanlarının lideri olan 6 asırlık Osmanlı Devleti’ni çeşitli desiselerle tarih sahnesinin dışına iten İtilaf Devletleri, 10 milyon kilometrekarelik Osmanlı Devleti topraklarını cetvelle uydu devletçiklere bölerek hak-batıl mücadelesindeki yüzlerce yıllık hesabı görmüşlerdir. Bugün dünya üzerinde akan kanın Müslüman kanı olmasının, açlık, fakirlik, zulüm ve gözyaşının hep halkı Müslüman ülkelerde yaşanıyor olmasının sebebi, Osmanlı bakiyesi topraklarda kurulan yeni düzenin batıl eliyle bir zulüm düzeni olarak tesis edilmesindendir.
Bin yıllık medeniyetimizi inşa ettiğimiz Anadolu topraklarında da milletimizi esaret zincirleriyle prangalamak isteyen müstevlilere, Akif’in diliyle “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım/Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” diyerek karşı duran aziz milletimiz, dinini, mukaddesatını, değerlerini, namusunu, neslini ayaklar altına aldırmamak için bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadelenin öncüleri, ilinde, ilçesinde, köyünde toplumun sözünü dinlediği, kanaatine itibar ettiği, yolunda yürüdüğü hatta yolunda öldüğü kanaat önderleridir, din adamlarıdır, sarıklı mücahitlerdir. İşte bu öncülerin ortaya koyduğu enerjiyle yürütülen Milli Mücadele, 23 Nisan 1920’de Ankara’da, Hacı Bayram Camii’nde kılınan Cuma Namazı’nı müteakip edilen dualarla açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gerçekleştirilmiştir.
Milletin azmi, kararlılığı, imkân ve gayretiyle yürütülen bir mücadelenin, milletin sahip olduğu değerlere muhalif bir anlayışa istinad etmesi zaten mümkün değildir. Bu nedenle, ‘Hâkimiyet, bilâ kayd u şart milletindir’ denilerek, millete dayanan bir anlayışla ve milletçe muteber zevatın oluşturduğu heyet-i temsiliye ağırlığında Türkiye Büyük Millet Meclisi teşekkül ettirilmiştir. Ancak Milli Mücadele’den zaferle çıkıldıktan sonra yeni dönemde gerçekleştirilecek yeni yönelişler için uygun yeni bir Meclis yapısı oluşturulması doğrultusunda milli irade vesayet altına alınmıştır. Bu vesayetçi yaklaşım, milletin her şeye aklının ermediği, dolayısıyla millete yönelik bazı güzelliklerin millete rağmen gerçekleştirilebilmesi için milli iradenin vesayet parantezine alındığı bir işleyişle 21. yüzyıla kadar ulaşmıştır.
Millet, teatral metotlarla, kendisinin muhalif olduğu bir anlayışın egemen olduğu yönetim biçimini kendisinin seçtiğine inandırılmıştır. Zaman zaman millet uyanıp vesayeti reddederek iradesine sahip çıktığında ise askeri darbeler, muhtıralar yoluyla millet iradesi susturulmuş, böylesi karanlık dönemlerde yapılan karanlık hesaplarla milletin yeniden uyandığında elinin kolunun bağlı olması için gerekli sistemsel tedbirler alınmıştır.
Dün askeri darbelerle vesayet altına alınan milli irade, bugün bürokratik, yargısal müdahalelerle vesayet altına alınmak istenilmekte, milletin sandığa yansıyan iradesi değersizleştirilmeye çalışılmaktadır. Devletin kurumları, milletin konuştuğu dili anlamak mecburiyetindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, milli iradenin tecessüm etmiş halidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden yansıyan iradenin sağlamasını yapacak olan ise yine millettir.